Bir kimsenin, abonesi olduğu herhangi bir işletme tarafından sık sık telefonla aranarak, mesaj yazılarak, ihtar mektubu ile borç ödemeye davet edilmesi ceza hukukunun alanına giren bir suç oluşturabilir: Huzur ve sükunu bozma suçu.
Kişi aslında haklı olabilir. Ama haklı iken haksız duruma düşecek davranışlardan da kaçınmak gerekir.
Hani “suçsuz iken suçlu duruma düşmek” bir deyim vardır ya”, işte aynen öyle bir şey!
Hepimizin türlü türlü aboneliği var; cep telefonu, sabit telefon, internet, elektrik, gaz, su, uzar gider. Bunlara SPA, spor kulübü üyelikleri de eklenebilir.
Bütün bu abonelik ve aidat ücretleri ve onlara bağlı yan giderler vardır. Zaman zaman şu veya bu sebepten dolayı abonelik veren abonelik ücreti alacaklısı olduğunu iddia eder.
Bazen kendisi bazen de alacaklarını topluca devredip temsil ettiği varlık yönetim şirketleri abonelerine çeşitli iletişim araçları üzerinden ulaşarak abonelik borcu olduğunu söyleyip ödemesi yönünde uyarıda ve talepte bulunurlar.
Ödeme yapmaması halinde icra takibi başlatacaklarını, taşınır ve taşınmazlarına haciz konulacağı uyarısında bulunurlar.
Bu uyarıyı öyle yaparlar ki, bir tür tehdide dönüşür. Borcunu ödemezse işyerine yazı yazılacağı ve maaşına haciz konulacağı, böylece işyerinde itibarının sarsılacağı örtülü tehdidinde bulunurlar.
Bankalara yazı yazılarak kredibilitesinin sarsılacağı, FİNDEKS notunun olumsuz etkileneceğini ima ederler. Hatta ima etmekten öte bunu açıkça belirtirler.
Bilgisayar yazılımı
Abonenin gerçekte bir borcu olup olmadığı önem taşımaz. Abonelik veren kurumun bilişim sisteminin önceden kurgulanmış programına göre bir abonenin borcu olduğu kaydı düştükten sonra, gerçekte ve somut olayın özelliğine göre o abonenin bir borcunun bulunup bulunmadığını değerlendirmezler, doğrudan icra takibi başlatma uyarısında bulunurlar.
Bu uyarılar bir sonuç vermeyince, artık aboneye karşı icra takibi başlatılır. İcra takibine abonenin itirazı üzerine takip durur veya itiraz edilmemesi üzerine borç kesinleşir.
Artık aboneye gelen uyarılarda, borcunu ödemezse icra takibi başlatılacağı kısmı olmadan, doğrudan taşınır ve taşınmaz malları üzerine, maaşına ve banka hesaplarına vs. haciz konulacağı uyarısı yapılmaya başlanır.
Aboneye gelen bu uyarılar da aslında alacağın kesinleşmiş olup olmadığı ayrımı da yapılmaz. Çünkü bu uyarılar bir bilgisayar yazılımı tarafından haklı haksız ayrımı yapılmadan görevlinin önüne düşmektedir.
Niyet iyi olsa da…
Aslında bu uyarılar başlangıçta iyi niyetlidir ve gerçekten borçlu olan abonenin yararınadır. Çünkü hukuki işlem başlatılmadan borcun kapatılması için bir olanak tanınmaktadır.
Ancak başlangıçta borçlunun yararına olan “borcunu öde” uyarıları durmaz ve sürekli yinelenir hale gelir.
Öyle ki gece gündüz, yemek yerken, su içerken sürekli aynı ifadeleri içeren mesajlar artık faydasından ziyade huzur bozucu bir hal alırlar.
Zaman zaman cep telefonuna gelen kısa mesajlar, zaman zaman bizzat call-center görevlisinin doğrudan telefon etmesi ile artık durum çekilmez ve katlanılamaz bir hal alır.
Önemli olan ‘huzur’
Abone belki gerçekten borçludur, belki de değildir.
Kişinin huzurunun bozulması için gerçekten borcu olup olmadığının bir önemi yoktur. Gerçekten borçlu olanın da sık sık aranarak “borcunu öde” uyarısına maruz kalması onun huzurunu kaçırır. Borçlu olmak, huzurunun bozulmasını haklı göstermez.
Bir kimsenin sık sık telefonla aranarak, mesaj yazılarak, “ihtar mektubu” yazılarak borç ödemeye davet edilmesi öyle bir hal alır ki, ceza hukukunun alanına giren bir suç oluşturabilir: Huzur ve sükunu bozma suçu.
Hapis cezası verilebilir
Örnek bir olayda, Beril Hanım’a bir avukatlık ofisine ait olduğu tespit edilen numaradan eski cep telefonu operatörüyle olan aboneliğinden borcu olduğuna dair sık sık mesajlar gelmeye başlar ve “borcunuzu ödemezseniz evinize haciz gelecek” içerikli mesajlar gelmeye başlar. Daha sonra mesajlara telefonla aranmalar eklenir. Beril hanım toplantıdayken, arkadaşları ile yemekteyken gelen “borcunuzu ödeyin” mesajlarına herkesin içerisinde cevap vermek durumunda kalmaktadır. Elbette bu durumun ne kadar tatsız bir durum olduğunu anlatmaya gerek yoktur, çünkü yanında buluna arkadaşları veya diğer kişiler de bu konuşmalara maruz kalmakta, Beril Hanım da onlara bir açıklama yapmak ve kendisini aklamak zorunda hissetmektedir.
Beril Hanım, Cumhuriyet Savcılığı’na şikayette bulunur. Cumhuriyet Savcılığı’nın yapması gereken, mesaj gelen ve gönderilen numaraların HTS kayıtlarının alarak, şüphelilerin belirlenmesi, ne kadar sıklıkla mesaj geldiğinin tespit edilmesi ve sonucuna göre, şüphelilerin kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu açısından hukukî durumlarının değerlendirilmesidir. Arama sıklığı ve içeriğine göre suçun işlenip işlenmediğine göre iddianame hazırlanacaktır.
Eğer alacağın tahsiline yönelik tehditvari uyarılar da içeren mesajların sıklığında ve yinelenmesinde huzur ve sükunu bozmaya yönelik kast ile suçun oluşması için gerekli olan ısrar unsuru varsa, suç işlenmiş sayılacaktır. Cezası da üç aydan bir yıla kadar hapistir. Gerçekten borcun olup olmadığı önemli değildir. Çünkü huzur ve sükunun bozulmasında borçlu borçsuz ayrımı yoktur. Ama kast önemlidir, çünkü “borcu öde” arama veya mesajlarının sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla ısrarla yapılması gerekmektedir.
Ancak bir de ısrarlı takip suçu vardır ki, orada kast aranmaktadır. Israrlı bir şekilde, haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına neden olanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. Elbette sık sık ve ısrarla yapılan “borcunu öde” telefon ve mesajlarının ısrarlı takip suçunu oluşturması da mümkündür.
Kadının gücü
19 Aralık 2023 Salı Günü İstanbul’da ana teması “kadının gücü” olan bir etkinliğe katıldım. Etkinliği düzenleyen “Yönetim Kurulunda Kadın Derneği”.
Henüz etkinliğe adımı atar atmaz ilk dikkatimi çeken husus, erkek katılımcının minimumun da altında almasıydı. Bu durumu nasıl yorumlamalıydım; erkekler başarılı kadınları yalnız mı bırakmışlardı! Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın olduğunu gururla söyleyen erkeklere karşın, başarılı kadınlarımız neden başarılarında bir erkeğin de payı olduğunu vurgulamıyorlardı! Yani kadın, erkeğe rağmen mi başarılıydı!
Bazı katılımcılarla sohbetimde hep farklı söylemler işittim, başarılı kadınlarımızın bu konuda henüz bir ortak söylemleri yoktu.
Ama gördüğüm ve izlediğim durum umut vericiydi; Türk kadını çalışma hayatında gerçekten de dirençli ve olumlu sonuç odaklı bir karakter gösteriyor. Yasal olarak her yerde kadın ve erkek eşitliği yürürlükte, ancak hukuk her zaman pratiğe uymuyor. Peki “kadın kotası” gibi zorlayıcı yasal düzenlemelerle kadın erkek eşitliğini pratiğe dönüştürmek doğru bir yöntem midir?
Bence değildir, çünkü eğer zihinlerde ve anlayışta kadın erkek eşitliği yoksa, kotalar, yasal zorlayıcı hükümler bir şekilde dolanılacaktır. Göstermelik uygulamalarla savuşturulacaktır.
Ne zaman ki bir “kadının gücü” etkinliğine, eşitliği bozan erkeklerin de gönülden destekleyerek sayısal olarak eşit bir oranda katılımını göreceğiz, o zaman yasal kadın kotalara gerek kalmamış olacaktır.